fPZC. Bu bulmacanın çözümü 10 harftir ve I A harfi ile başlar Aşağıda, Yaşar Kemal'in Çukurovalı kahramanı için doğru cevabı bulacaksınız, eğer bulmaca'ü bitirmek için daha fazla yardıma ihtiyacınız olursa navigasyonunuza devam edin ve Arama fonksiyonumuzu deneyin. CodyCross Dünyamız Grup 19 sizin tarafınızdan önerilen çözümler BIN MILYARA DENK GELEN SAYI STETESKOP cevabı biliyor musun? CODYCROSS Dünyamız Grup 19 Bulmaca 2 Ednan bey'li dizi Hırsızlık hastalığına yakalanmış kişi Başkenti san juan olan latin amerika ülkesi Truva savaşı'ndaki miken kralı Georges claude'nin icat ettiği aydınlatma aracı Tertipleme işi Diyafram, tüp ve kulaklıktan oluşan tıbbi gereç Seferoğulları ve tellioğulları'nın yer aldığı film Bin milyara denk gelen sayı Toptan olmayan satış türü Şansı hep kötü giden, şanssız Azimli, çalışkan kimse Agatha christie'nin kaldığı istanbul oteli Ham haldeki demir madeninin eritildiği fırın Batu han tarafından kurulan türk-moğol devleti diğer bulmacar Ince memed Yaşar kemal'in dört ciltten oluşan romanı Peter ustinov'un filme çektiği yaşar kemal romanı Yaşar kemal’in 32 yılda yazdığı roman serisi Ince memed Yaşar kemalin çukurovada geçen romanı Yaşar kemalin, 7 yıl ara verip bitirdiği kitabı Yaşar kemalin başyapıtı olarak değerlendirilir benzer bulmaca Yaşar ne yaşar ne , bir aziz nesin kitabı Yaşar kemal’in “yağmurcuk kuşu”, “kale kapısı” ve “kanın sesi” adlı yapıtla Yaşar kemal’in bir romanı Yaşar kemal'in dört ciltten oluşan romanı Peter ustinov'un filme çektiği yaşar kemal romanı Yaşar kemal'in doğduğu köy bu ilde yer alır Yaşar kemal’in 32 yılda yazdığı roman serisi Efsanesi, filmi de çekilen yaşar kemal romanı Sedat girginin resimlediği yaşar kemal öyküsü Asıl adı yaşar olup yaşamış,belgratlı olduğu sanılan türk şairi Ümit yaşar __, aşkın, hüznün ve istanbul'un şairi Fırat suyu kan akıyor baksana”, “karıncanın su içtiği”, “tanyeri horozları” yaşar Trabzonlu delikanlı”, “karadeniz hırçın kız”, “taliblerin ağıdı” gibi kitap yaşar Varlık dergisinin ve yayınlarının kurucusu olan ünlü edebiyatçımız yaşar nabi Soğuk havada, ince giyinenler bu durumu yaşar Yaşar'ın 1996 çıkışlı çok satan albümü Münir özkul'un ünlü yaşar usta tiradı bu filmdedir Şarkıcı ebru yaşar'ın 1990'lardaki çıkış şarkısı "gözlerim ne renkti?" diye soran yaşar şarkısı Tanınmış şarkıcı yaşar'ın soyadı Son Bulmacalar Uşakın merkezinde yer alan tarihi çeşme Bahçede kendiliğinden büyüyen istenmeyen bitki Akasya durağı dizisinin çekildiği mahalle Zindanına türkü yazılan bir irak kenti El yapımı çikolatasıyla ünlü batı avrupa ülkesi Bitkileri konu edinen bilim, bitkibilim Halk arasında karakargaya verilen isim Kavunuyla ünlü manisa ilçesi
“Her ölüm biraz erken ölümdür!”[1] İnsan ve insanlık için, yaşadığı her yılın hakkını vermiş biri için -belki- 90’lı bir yaş yeterince uzun sayılabilir; ama yine de Cemal Süreya’nın dediği üzere, “Her ölüm biraz erken ölümdür”… Yine de erkendi Onun çekip gitmesi… Siz bakmayın Rotterdam İslâm Üniversitesi Rektörü, Osmanlı Araştırmaları Vakfı mütevelli heyeti başkanı Ahmet Akgündüz’ün, “Yaşar Kemal’in hayatında, Ona Allah rahmet eylesin diyeceği bir ipucu bulamadığını”[2] söylemesine! Hakkında; “Varoluşa senin kadar tutkulu kim olabilirdi. Bir taş dibinde açan çiçeğin tasviri senin dışında kim tarafından öylesine canlı ve heyecanlı bir şekilde yapılabilirdi,”[3] dedirten 28 Şubat 2015’te yitirdiğimiz Yaşar Kemal, bu zırvaları ka’ale almayacak kadar büyük bir çağdaş klasikti. “Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. Ben etle kemik nasıl birbirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum,” diyerek 91’inde yaşama veda eden Yaşar Kemal, sadece coğrafyamızın gerçeklerini şiirsel bir dille haykıran bir edebiyatçı değil; aynı zamanda, ulusal sorun da dahil,[4] Türkiye’nin tüm temel sorunlarını dert edinerek; ömrünün önemli kısmını Türkiye İşçi Partisi TİP saflarında mücadeleye hasretmiş bir Kürt[5] aydındı. Kolay mı? “Bir gün bütün Ruslar ortadan kaybolsa onların nasıl insanlar olduğunu tek bir Fyodor Dostoyevski romanından anlayabiliriz,” diyen meşhur söz, Yaşar Kemal için de geçerliyken; Anadolu ve Mezopotamya’nın nasıl bir yer olduğu, orada nasıl insanlar yaşadığı Yaşar Kemal romanlarından anlaşılabilirdi… Bütün bir hayatı olanca büyüklüğüyle kucaklayan Onun cenazesine katılanların çeşitliliğine bakılınca; çok sevilse de; “Herkesin Yaşar Kemal’i başka!” dememek mümkün değildi... Mesela büyük holdinglerinin başkanları, onu uğurlamaya gelmişlerdi. Sonra Kadir İnanır’dan Fatih Terim’e, Hasan Cemal’den Oral Çalışlar’a; iş, sanat, basın, siyaset ve spor dünyasının ünlüleri de oradaydı! Hani çoğu, “Kabrime gelme, istemem!” denilecek türden insanlardı! Hepsi, Yaşar Kemal’le olan özel yakınlıklarını, dostluklarını anlattılar! Mesela Doğan Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan, “Yaşar Kemal, babamın arkadaşıydı. Benimle de dostluğu vardı,” dedi; 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, “Babamın yakın arkadaşıydı. Hatta geçen Kurban Bayramı’nda telefonla görüşmüşler” bilgisini paylaştı! Daha önceleri hep Mehmet Ağar’ın yanında gördüğümüz Fatih Terim ise, “Yaşar Kemal benim ağabeyimdi” diyerek, aile bağlarının derinliğine vurgu yaparken; Murat Bardakçı bile Habertürk’teki Tarihin Arka Odası’nda, “Yaşar Abi, anamın ve babamın yakın arkadaşıydı” diye övünerek kendine pay çıkardı… Şaşırmamak -yani TİP’li Kürt Yaşar Kemal bu insanlarla nasıl “dost” olabilmişti- mümkün müydü? Elbette değildi; ama buradan çıkartılması gereken ilk sonuç; Onun egemenleri yalan söylemeye mecbur kılacak kadar büyük olduğuydu… Evet, “Kimi büyükler vardır, büyük sözcüğü veya büyüklük kavramı onların gerçek büyüklüklerini dile getirmek için yetersiz kalır. Yaşar Kemal, onlardan biriydi… Yazılı ve yazısız Anadolu kültürünün has temsilcisiydi.”[6] Evet, evet “Büyük” sıfatını hak eden, türünün son örneklerinden, Yaşar Kemal’di O… Ve birgün, “O güzel atlara binip çekip gitti.” Hatırlarsınız “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler çekip gittiler,”[7] diye yazmıştı Demirciler Çarşısı Cinayeti’nin ilk cümlesinde… Çekip giden O; bu toprakların vicdanı, kaderine boyun eğmiş köylüsünün de, başkaldırmış eşkıyasının da dili, akan nehirlerinin çağıltısı, rengârenk bitki örtüsünün koca yürekli usta kalemiydi. “Okur-yazarlığı öğrenmeseydim, şimdi Anadolu’nun bir köyünde, kasabasında destan anlatıyor, türkü söylüyor olurdum. Yolumu ta çocuklukta çizmiştim,” diyen Yaşar Kemal’in yazdıkları kendi deyimiyle “mecbur adam”ların ustalıklı öyküleridir. Halkın bağrından doğup, bütün bir ömrünü ve sanatını yine onlara adayan Yaşar Kemal için “Kürt sözlü edebiyatındaki kilam ve stranlar başlıca beslenme kaynakları olmuştur. Öyle ki Dengbêj Evdale Zeynike Kürtlerin Homeros’udur, benim de fikir babamdır’ diyebilmişti. Siyasi görüşü ile sanatının paralel olduğunu, halk ve doğa’ya inandığını, sanatının emekçilerin çıkarlarının emrinde olduğunu dile getirmiş ve bu gerçeklikte yazmıştı.”[8] HAYATI Ragıp Zarakolu’nun, “Çağdaş Homeros’u idi bu coğrafyanın Yaşar Abi. Ölümü 2015 soykırımının tam 100. yılına denk geldi. Ve soykırım bu topraklara yeniden geri döndü. Yaşar Abi Van kökenliydi. 1915’in burgacı içinde savrulmuştu, Toros eteklerine mensubu olduğu Kürt aşireti. 10 yıl kadar önceki bir sohbetimizde bu aşiretin Süryanî kökenli olduğunu söylemişti, neşeyle. Bunu bir zenginlik saymıştı. 1915’in ardından, 1916’da Karadeniz Rumlarının tehciri başlamıştı İç Anadolu’ya doğru, hemen o sıralarda bir de Kürt tehciri başlatılmıştı. Suriye çöllerinde ise, tanınan yüzde 5 oranını nüfusları aştığı gerekçesi ile Ermenilerin nihai kıyımı başlatılmıştı. Korkunç yıllardı. Yaşar Kemal bu kanlı toprakların epopesini yazdı,”[9] diye betimlediği Onun asıl adı Kemal Sadık Gökçeli’ydi. Van Gölü’ne yakın Ernis bugün Ünseli köyünden olan ailesinin I. Dünya Savaşı’ndaki Rus işgali yüzünden uzun bir göç sonunda yerleştiği Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Hemite köyünde 1926’da doğdu. Doğum yılı bazı yaşamöykülerinde 1923 olarak geçer. Van’dan Çukurova’ya göç eden bir Kürt ailesi olarak, Ermenilerin toprağı Adana’daki bir köye yerleşmeyi reddediyorlar. Zira Ermeniler artık oradan sürülmüştür. Yaşar Kemal’in annesi “Yuvasından atılan bir kuşun yuvası başkasına ev olamaz” diyor ve yerleşmeyi kabul etmiyor. Yine göç sırasında Yaşar Kemal’in babası yol üzerinde ölmek üzere olan bir çocuğu evlat edinir. Adı Yusuf olur. Yıllar sonra baba Yaşar Kemal yaşındayken, camide gözlerinin önünde evlatlık Yusuf tarafından öldürülür. Ertesi gün Yaşar Kemal kekeme olur. 12 yaşına kadar kekemeliği sürer. Babasına çok düşkün bir çocuk olarak uzun yıllar mezarını ziyaret edemez. Ortaokulu son sınıf öğrencisiyken terk ettikten sonra Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği’nde ırgat kâtipliği 1941, Adana Halkevi Ramazanoğlu kitaplığında memurluk 1942, Zirai Mücadele’de ırgatbaşlığı, daha sonra Kadirli’nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği 1941-1942, pamuk tarlalarında, batozlarda ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. 1940’ların başlarında Pertev Naili Boratav, Abidin Dino ve Arif Dino gibi sol eğilimli sanatçı ve yazarlarla ilişki kurdu, 17 yaşındayken siyasi nedenlerle ilk tutukluluk deneyimini yaşadı. Ortaokuldan ayrıldıktan sonra folklor derlemelerine başladı ve 1940-1941 kesitinde Çukurova ile Toroslar’dan derlediği ağıtları içeren ilk kitabı olan Ağıtlar’, Adana Halkevi tarafından 1943’de yayınladı.[10] 1978’deki söyleşide sanat çalışmalarına ilkokula başlamadan önce şiirle koyulduğunu ve okula başladığında “yaşlı halk şairleriyle çakıştığını” anımsadığını belirtti. İlkokulun son sınıfındayken arkadaşı Aşık Mecit, çok iyi saz çalarken kendisi annesinden ötürü sazı “berbat” çalmaktaydı. Bunun nedenini şu sözlerle dile getirdi “Benim saz çalamamamın sebebi var, anam aşık olacağım da diyar diyar dolaşacağım diye saza, aşıklığa düşman olmuştu. Onun tek çocuğuydum ve gözünden ayırmıyordu beni. Okulda, düğünlerde bayramlarda beni hep Aşık Mecit’le çakıştırırlardı. Aşık Mecit’le Kadirli’de bir kahvede bir gece sabaha kadar çakıştığımı şimdi iyice anımsıyorum.” Askerliğini yaptıktan sonra 1946’da gittiği İstanbul’da Fransızlara ait Havagazı Şirketi’nde gaz kontrol memuru olarak çalıştı. 1948’de Kadirli’ye döndü, bir süre yine çeltik tarlalarında kontrolörlük, daha sonra arzuhâlcilik yaptı. 1944’de ilk öyküsü Pis Hikâye’yi yayınladı. Bunu, Kayseri’de askerlik yaparken yazmıştı. Bebek’, Dükkâncı’, Memet ile Memet’ öyküleri 1950’lerde yayımlandı. 1950’de komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklandı. Kozan cezaevinde yattı. 1951’de salıverildikten sonra İstanbul’a gitti, 1951-1963 kesitinde Cumhuriyet’te Yaşar Kemal imzası ile fıkra ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Bu arada 1952’de ilk öykü kitabı Sarısıcak’ı, -1947’de İnce Memed’i yazdı fakat yarım bıraktı ve 1953-1954’te bitirdi- 1955’te yayınlandıktan sonra ise kırktan fazla dile çevrilecekti İnce Memed’. Romanı yazma nedeni eşkıya olan amcasının oğlunun dağda vurulması olduğunu 1987 yılındaki bir söyleşisinde belirtti. Ayrıca aynı söyleşide, çocukluğunun eşkıyalığın içinde geçtiğini, dayısının “en büyük” eşkıyalardan biri olduğunu, o çevrede 1936’lara kadar beş yüze yakın eşkıya bulunduğunu ve bunlardan birinin de Kurtuluş Savaşı’nda Kadirli’yi ilk örgütleyenlerden olan Karamüftüoğlu ailesinden ünlü Remzi Bey olduğunu söyledi. Remzi Bey kendisine, ilk İnce Memed’ hikâyesinde “Çakırdikeni” diye yer alan diken hikâyesini anlatmış ve ona “eşkıyalığın felsefesini” yapmıştı. Daha sonra 1962’de girdiği TİP’de genel yönetim kurumu üyeliği, merkez yürütme kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğradı. 1967’de haftalık siyasi dergi Ant’ın kurucuları arasında yer aldı. 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşuna katıldı ve 1974-1975 arasında ilk genel başkanlığını üstlendi. 1988’de kurulan PEN Yazarlar Derneği’nin de ilk başkanı oldu. 1995’te Der Spiegel’deki yazısı nedeniyle İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı, aklandı. Aynı yıl bu kez Index on Censorship’teki yazısı yüzünden 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkûm edildiyse de cezası ertelendi. Şaşırtıcı düş gücü, insan ruhunun derinliklerini kavrayışı, anlatımının şiirselliğiyle yalnızca coğrafyamız romanının değil, dünya edebiyatının da önde gelenlerinden biri olan Yaşar Kemal, aralarında Varlık Roman Armağanı, TÜYAP Kitap Fuarı Halk Ödülü, Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü Orhan Kemal Roman Armağanı, Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü, Türkiye Yayıncılar Birliği Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü ve Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nün de bulunduğu çok sayıda ödül aldı. Yurt dışında da aralarında Uluslararası Cino del Duca ödülü, Legion d’Honneur nişanı Commandeur payesi, Fransa Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Lettres nişanı, Pemi Internacional Catalunya, Fransa Cumhuriyeti tarafından Legion d’Honneur Grand Officier rütbesi, Alman Kitapçılar Birliği Frankfurt Kitap Fuarı Barış Ödülü’nün de bulunduğu 20’den fazla ödül, ikisi yurt dışında, beşi Türkiye’de olmaz üzere 7 fahri doktorluk payesi aldı. 2013’te Norveç Edebiyat ve İfade Özgürlüğü Akademisi’nin Norveç’in verdiği Bjornson Ödülü’ne değer görüldü. EDEBİYATI Yaşar Kemal, sadece bir romancı ve hikâye yazarı değildi; aynı zamanda, büyük bir devrimci ve hak savunucusuydu. Eşitlik, barış ve insan hakları mücadelesinde, toplumsal yapının dönüşmesi için mücadele saflarında yer aldı. Yapıtlarında insanların dramına, egemenler karşındaki çaresizliğine, direncine ve mücadelesine yer verdi. Edebiyat ve sanat felsefesini insanlıkın zulümden kurtuluş kavgası üzerine temellendiren usta, bir söyleşisinde şunları diyordu “Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi... Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. ... Ben etle kemik nasıl birbirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum.”[11] Kolay mı? “Bir romancı dilini romancının kişiliği yaratır. Yalnız o kişilik kendi diliyle kaynaşmış, kendi dilinin ıncığını cıncığını bilmiş olacak,”[12] diyen O; “Bir tevazu timsali”ydi;[13] Anadolu ile Mezopotamya’ya kulak, söz, cesaret, yürek, ışık ve türkü olup; coğrafyamızın destanlarını, ağıtlarını, masallarını, şiirlerini ve tekerlemelerini harmanlayarak, edebiyata “yeni” bir dil kazandırmıştı. Çukurova’nın baş kaldıran eşkıyasıydı; “Çukurova’nın destancısı”ydı…[14] “Kadim bir geleneğin sözcüsüydü”[15] ve “Sınırsız imgelem gücü”yle[16] mücehhez, “Gelmiş geçmiş en büyük yazar, kelimeleri büyülü bir dil Şamanı’ydı”;[17] “O büyük yazarlar sülalesinin bu coğrafyadaki temsilcisiydi. O Dostoyevski’ydi, o Çehov’du, o Hemingway’di, Faulkner’dı”…[18] Halkın içinden çıkmış ve halkı yazan bir yazardı. Yaşar Kemal, halkın edebi arzuhâlcisi oldu. Onun gerçekliğini, yoksulluğunu ve ezilişini güzel bir dille, bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Halk yaratıcılığıyla, destanlar, türküler, ağıtlar içinde yoğrulan Yaşar Kemal, yazınında halkın yoksulluğunu, çaresizliğini, acılarını, sevinçlerini ve bunları dile getiriş biçimini özümsedi. Sarı Sıcak’ta, Çukurova’nın acımasız koşulları içinde yaşamak için mücadele eden insanları yazdı. Onun kahramanları, “mecbur insanlar”dı. Gerçekçi yazarlar, toplumsal ve tarihsel koşulların biçimlendirdiği, direnmeye ve başkaldırmaya zorunlu kıldığı bu “mecbur insanlar”ın yazarlardır. Yaşar Kemal’in en ünlü “mecbur insan”ı, ağalara başkaldırmaya zorunlu İnce Memet’ti…[19] Toplumsal Sorumluluk ve Edebiyat’ başlıklı konuşmasında Murathan Mungan’ın, “O, edebiyatımızın onuruydu,”[20] sözleriyle betimlediği Yaşar Kemal’i; Ferit Edgü, “Hem yerel, Hem de evrensel olmayı başarmış tek yazarımız” diye nitelerken; Oya Baydar da, Yaşar Kemal’in edebiyata bakışını “O; ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, yoksul insanların trajedisini anlatır ama bu bir yenilgi edebiyatı değildir; isyan ve umut gürül gürül akar kaleminden. O güzel insanlar o güzel atlara binip’ gittiklerinde bile artlarında daha aydınlık bir gelecek umudu kalır” sözleriyle anlatır.[21] Özetle “Edebiyatla hayat ilişkisinin canlı tutulduğu, yazının dünyayı değiştireceğine inanıldığı bir çağın son büyük yazarıydı. Onu ve eserlerini yaşatacak olan haksızlığa, hırsızlığa, adaletsizliğe karşı isyan duygusunu yitirmemiş genç kuşaklar olacaktır. Yaşar Kemal’in ardından bir yazı kaleme almak edebiyatı ve isyanı onun romanlarıyla sevmiş, sanat ve siyaset arasındaki ilişkinin nasıl kurulması gerektiğini onun romanlarından öğrenmiş, onunla aynı dünya görüşünü paylaşmış benim gibi insanlar için hiç kolay değil… Yaşar Kemal’i resmi ve sivil kesimlerin saldırılarına rağmen edebiyatın ve politikanın içinde tutan güç ideolojisiydi. Ben sosyalist militanım ve Marksistim’ diyecekti söyleşisinde. Marksizmin insan özgürlüğüne, birey ve düşünce özgürlüğüne bir tuzak olduğunu hiç sanmıyorum. Tam aksine Marksizme bireyin kurtuluşu, insanlığın özgürleşmesi diye bakıyorum … Yoksulluk, dünya çok zengin olduğu hâlde, insanlığın yüz karası değil mi? Bir insanın başka bir insanı aşağılaması, bir ülkenin, bir toplumun başka bir toplumu aşağılaması bütün insanlığın aşağılanması değil de nedir? Bunun için benim edebiyatım bir angaje edebiyattır. Bunun için ben bir angaje insanım. İnanmış bir Marksist olmama karşın elimden geldiğince özgür düşünmeye çalışıyorum…’ Böyle bir fikriyattan hareketle eserleriyle resmi tarihe şerh düşmüştü Yaşar Kemal. Ancak politikayı edebiyata, edebiyatı politikaya indirgeme hatasına hiçbir zaman düşmedi. Tek tipleştirilmek istenen topluma başka gerçeklerin ve kimliklerin, başka yaşantı ve değerlerin bulunduğunu onlara onların hikâyelerini anlatarak hatırlatacaktı. Yaşar Kemal’in hikâyeleri bizim hikâyelerimizdi ve bizdeki başkayı anlatıyordu. Gözaltılarla, tutuklamalarla, işten atılmalarla, baskılarla ödetilen bedel edebiyat yoluyla gerçekleri aydınlatmasındandı.”[22] SİYASETİ Despotlara ve despotizme karşı eşitlik ve özgürlük saflarında mücadele eden Yaşar Kemal, “İnsanın içindeki eşitlik, adalet, özgürlük duygusu var oldukça sosyalizm savaşımını zafere kadar insanoğlu sürdürecektir,” derken; “Yüzde yüz bağımsızlıktır sosyalizm. Kişi bağımsızlığı, ülke bağımsızlığı, politik bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık, özellikle de kültürel bağımsızlık... Bu çağa gelinceye kadar kültürler birbirlerini beslemişlerdir, yok etmemişlerdir. Oysa çağımızda, kültürler kültürleri yok etmek için, bilinçli olarak kullanılmışlardır, emperyalistler tarafından. Benim için dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir; bir çiçeğin bile yok olmasını, dünya için büyük bir kayıp sayarım,” diye ekleyerek İşçi sınıfının iktidarını savunup, TİP saflarında yerini almıştı… Bu tavrıyla, elbette egemenleri rahatsız etmiş ve hapishaneye atılarak korkutulmak, sindirilmek istenmişti. Ancak ne zindanlar, ne iktidar medyasının unutturma çabası, Onu yok edememişti… Çünkü O sadece Çukurovalı Kürt Yaşar değildi! Türklerin Kürt’ü, Kürtlerin de Türk’üydü! Kürt sorunun çözümü için “Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir, barıştır” diyerek yol göstermişti. “Alevîleri çok seviyorum,” vurgusuyla Yaşar Kemal, “Alevîleri yazdım çokça. Onlar da çok zulüm görmüş insanlardır. Ben zulüm gören insandan yanayım… Onlar zulüm gördüler, onları öldürdüler, onları dövdüler. Yine de o sevgi dininden vazgeçmediler,” diye eklemişti Yaşar Kemal Gökçeli daha küçük yaşlarda muhalif bir siyasi kimlik edindi. 1940’ların başında Adana’da sürgünde bulunan Pertev Naili Boratav, Abidin Dino ve Arif Dino gibi sol eğilimli aydınlarla tanışması hayatının dönüm noktalarından biri oldu. Abidin Dino kendisine Türküler Müfettişi’ adını taktı. Siyasi nedenlerle ilk tutukluluk deneyimini 17 yaşındayken yaşadı. Bundan 10 sene sonra ise Türk Ceza Kanunu’nun 142’nci maddesine aykırı eylemde bulunmak savıyla tutuklandı. Bir süre Kozan Cezaevi’nde yattı. Gençliğinde benimsediği sol kimliğinden vazgeçmedi. Birçok hapis ve davayla karşı karşıya kaldı. Politik olarak en aktif olduğu dönemlerden biri 1962’de katıldığı TİP süreciydi. Emekçi sınıfının yönetime gelmesini isteyen Kemal, TİP’te sekiz yıl çalıştı ve yöneticilik yaptı. Daha TİP’ten ayrılan yazar, nedenini partinin niteliğini yitirmesine, bürokratların eline geçmesine ve emekçilerden kopmasına bağladı. Mücadeleciliğiyle müsemma O, “Deniz Gezmiş’lerin idamına engel olmak için çalışanların içinde de vardı. 2000 yılında yitirdiği eşi Tilda, 12 Mart 1971 darbesinde tutuklanmış; Yaşar Kemal, tutukevi kapılarına yemek de taşımıştı. Ankara’da da, gelini Taman tutukluydu. 1974 affını çıkarmak için ortalığı ayağa kaldıran ailelerin arasında, Yaşar Kemal de vardı...[23] Koca yürekli bir adamdı. Başı derde girenin ilk başvurduğu kapılardan birisiydi.”[24] Onu; “Yaşar Kemal en büyük Cumhuriyetçi yazardır,”[25] diye yorumlayan Doğan Kuban’a katılmak mümkün değildir; “Yaşar Kemal rejimin en ceberrut olduğu yıllarda halktan ve demokrasiden yana oldu. Bu topraklarda halkların ve kültürlerin işçiliğini ve taşıyıcılığını yaptı.”[26] Bunu yaparken de hep sosyalist ve Kürt olarak kaldı; Hasan Bülent Kahraman’ın aktardığı örnekteki üzere “Karlı, çamurlu, çok zor bir akşam evine gitmiştik. Fikri Sağlar kültür bakanıydı ve kendisine Paris kültür ataşeliğini teklif edecekti. Ben danışmanıydım. Bizi dinledi. Ben devletten hiçbir şey istemedim, almadım da’ dedi. Karısı Tilda Hanım, uzun elbisesiyle, ayakta duruyor, sürekli odada dolaşıyor, sürekli sigara içiyordu. Yaşar’ dedi, Kürtçeden başka dil bilmez’. Ve Yaşar Kemal reddetti teklifi…”[27] Evet Yaşar Kemal, 1990’ların başından itibaren Kürt sorununda açık tutum almaya başlarken, Selim Temo da bunu şöyle anlatmıştı “Musa Anter’in 1992’de öldürülmesi üzerine yazdığı yazıyla Yaşar Kemal, yönetenlere yönelik çok sert ifadeler kullanmaya başlar. Bu soruna da kendi insan anlayışı penceresinden bakan Yaşar Kemal, sert eleştirilerine karşın bir kardeşlik konsepti kurar ve savunur Bu iki kültür, Türk ve Kürt kültürleri birbiriyle sağlıklı olarak kaynaşsaydı, bugün Türkiye’nin görüntüsü insanlık içinde çok başka olurdu’…”[28] Bundan hareketle O, “1993 Aralık’ında, 70 yaşında yine elini taşın altına koyarak Kürt Sorununun barışçıl demokratik çözümü için bir konferans düzenlenmesinde başı çekmişti. Orada yaptığı tarihi konuşmada, Niye 70 yaşına kadar bekledin diye sorarsanız’ demiş ve şöyle devam etmişti Çünkü bu korku cumhuriyetin duvarlarını ancak 70’inde aşabildim’ demişti. Bu bir kardeşlik toprağıdır, bu topraklardaki bütün kültürlerin, dillerin ve her doğa parçasının üstüne titrememiz gerekir’ diyordu Yaşar Kemal Kürt sorunu Türkiye’nin çağdaşlık sorunudur, Kürt sorunu Türkiye’nin demokrasi sorunudur, bir kardeş kavgasında kazanan olmaz!’ Yaşar Kemal, askeri “operasyonlar”ın hızlandığı 1995’de DGM’de yargılanırken hâkimlere şöyle sesleniyordu Benim yazılarım halkımıza birer çağrıdır. Öncelikle batıdaki, doğudaki çocukları savaşta ölmüş anaları çağırıyorum. Bu savaş en çok sizin yüreğinizi yaktı. Herkesi çağırıyorum, sayın yargıçlar sizleri de bu savaşı durdurmak isteyenlere katılmaya çağırıyorum.’ Yargıçlar ise, onu mahkûm etmeyi tercih edecekti.”[29] Kürtlerin acılarını dile getirip, bu konuda devleti eleştirdiği için “bölücülük”ten hapse mahkûm edilmişti; hem de “Ey Türk halkı, Kürt halkı, bu toprakların kültür zenginliği olan tüm halklar, sözüm hepinizedir. ... Bugün bir umutsuzluk yeli ortalığı kasıp kavuruyor. Ben diyorum ki, bu yaraların sağılması bizim elimizde. Ülkemizin onurunu, ekmeğini, kültür zenginliğini kurtarmak elimizde. Gelin de doğru dürüst bir demokratik düzenin kurulması için aklımızla, yüreğimizle elele verelim. Bu bir çağrıdır. Sözüm sizedir,”[30] diye haykırdığı hâlde! Dönemin HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, “Zulmün karşısında mücadele etmeyi zalimin karşında diz çökmemeyi bize miras bırakmıştır,”[31] diye betimlediği O, bu dünya zulme karşı nasıl dik duracağımızı öğretti, anlattı Güray Öz’ün düştüğü nottaki üzere “Şimdi arkasından yakılan ağıtlara bakıyorum da onun işçilerin, yoksulların, emekçilerin, sömürüye karşı direnenlerin aydını, militanı olduğunu, sosyalistliğini unutmuş gibiler. Nâzım’ın komünistliğini, militanlığını nasıl unutturmaya çabalıyorlarsa Yaşar Reis’i de barışçı’ deyip geçerek, işlerine geldiği gibi tarif etmek niyetindeler. Barışçıydı doğru, ama nasıl bir barışçıydı? Ezenle ezilenin barışını savunan bir barışçı mı? Sosyalistti Yaşar Reis, bağımsızlık ateşini yakan gençlerin aydınıydı. 1968 üniversite işgallerinin uykusuz çocuğuydum ve Yaşar Kemal Deniz’lerin başı çektiği o işgalcileri ziyarete gelen tek aydındı. Hapishanelerin, zindanların, sorguların hem sanığı hem de tanığıydı. O büyük ziyaretçisiydi hapishanelerin ve komutanlar, jandarmalar kenara çekilirlerdi o geldiğinde…”[32] TOPARLARSAK… Sait Faik’in, kitabını Yaşar Kemal için “Türklerin en Kürdüne, Kürtlerin en Türküne” diye imzaladığı; Sabahattin Eyüboğlu’nun da onun için, “İnsan var/ Karartır ak gündüzü,/ İnsan var/ Ağartır gecemizi,” dizelerini kaleme aldığı ustanın ardından yazı yazmak zor. O, sadece romancı değildi. Türküler, ağıtlar derledi; şiirler yazdı. Şiirlerinden besteler yapıldı. Kitaplarının etkisiyle türküler yakıldı… Onlarca “destan”dan hangi birini anlatabilirsiniz ki? Evet Yaşar Kemal gibi büyük bir yazarı anlatmak da çok zordur. Sanırım o, edebiyatındaki büyük sihri, hayatına da yansıtmış yazarlardan biriydi. Bir şelaleyi andıran görkemli coşkuyu, edebi anlatım biçimine dönüştürüp, insanları ve doğasıyla bütün bir hayatı tutkuyla anlatmıştır. Onunki öylesine büyülü bir coşkudur ki, okuyucuyu yakalayıp sınırsız/ sonsuz maceraya davet ederken; korkuların karşısına eşkıya İnce Memed’in başkaldırısını koyardı. Çünkü sahici, ayakları yere basan, kökleri sağlam ve bu topraklara aitti O. Hayatı boyuncu toplumun vicdanı olan Yaşar Kemal, sevgi dolu isyankâr uzun bir yürüyüştü; yaşadığı/ yazdığı topraklara/ coğrafyaya bağlılığı çok derindi. Koca yürekli Yaşar Kemal Anadolu’ydu, Mezopotamya’ydı! Hem de kara, katı, koyu, sert Anadolu’dur, Mezopotamya’dır; “Kadim hafıza”dır;[33] “Halk adamı”dır;[34] “Anadolu-Mezopotamya’nın dengbeji”dir.[35] Günter Grass için “O, hayat mektebinden deneyimleriyle sosyalisttir”;[36] özgürlüğün gözü pek savunucusudur; geniş kitlelere seslenen renkli bir anlatımla, adaletsizliği acımasızca eleştirendir; Elia Kazan’a göre de, “Homeros geleneğinde yazan bir romancıdır, başka hiçbir sesi olmayan insanların sözcüsüdür.”[37] “Onu ve edebiyatını destansı kılan, bu topraklara, insanına tarifsiz bağlılığıydı. Yokluk, yoksulluk, çaresizlik içinde geçen çocukluğu ve gençliğiydi...”[38] Tarihi, coğrafyayı, doğayı ve toplumu, mitler, efsaneler, türküler, düşler ve gerçeklerle yoğururken; toplumun düşleriyle, kendi yaratıcığını bütünleştirip; daha güzel, daha iyi, daha mutlu bir gelecek için hepimizi kışkırttı... Düşlerimizi, gerçeklerimizi, hasretimizi ve özlemlerimizi sandığımızdan daha da sahici kıldı. Işıl Özgentürk’ün, “Bu topraklar her zaman mucizelerin yurdudur. Bu mucizelerden biri de Yaşar Kemal’dir”;[39] İdil Biret’in, “Ben Beethoven ile Yaşar Kemal arasında bir yakınlık görüyorum İkisinin de sınır tanımayan yaratıcılıkları var,”[40] diye betimlediği O, inandığı şeyleri kimseden korkmadan söylerdi. İşte tam da bunlar için yarattığı kahramanları kadar ölümsüzdü şunları haykıran cüretin Yaşar Kemal’i… “İçim yaşama sevinciyle dolu olduğu için, hep ışığın türkücüsü olmaya çalıştım”…[41] “Bizi düşünmeye alıştırmamışlar. Üstelik de düşünmeyelim diye ellerinden geleni yapmışlar. Düşünmeye çalışanları da hep öldürmüşler”… “Beni sansüre mahkûm edeceğinize idama mahkûm edin. İnsan, düşleri öldüğü gün ölür”…[42] “Benim için dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir, bir çiçeğin bile yok olmasını, dünya için büyük bir kayıp sayarım”…[43] “Bizim dilimizi kestiniz. Bir milletin dilini kestiğiniz zaman, onu öldürürsünüz”… “Dağlar, insanlar, hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir, barıştır”…[44] “İnsan evrende bedeni kadar değil, yüreği kadar yer kaplar”… “Yaşam umutsuzluktan umut üretmektir. İnsan umutsuzluktan umut üreterek bugüne kadar gelmiştir”… Bir de tabii ki, Katılamadığı 2014’de Bilgi Üniversitesi’nde kendine verilecek fahrî doktora törenine, gönderdiği mesajdaki vasiyet niteliğindeki şu sözleri “Bir, benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun. İki, insanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin. Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir. Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar.”[45] 18 Ocak 2019 081153, İstanbul. N O T L A R [*] Güney Dergisi, No88, Nisan Mayıs Haziran 2019… [1] Cemal Süreya [2] “Ahmet Akgündüz Yaşar Kemal’e Rahmet Dileyecek Bir Şey Bulamadım”, Milliyet, 2 Mart 2015… [3] Cengiz Çandar, “Yaşar Abi...”, Radikal, 2 Mart 2015… [4] “Evet, Yaşar Kemal’in öldüğü gün Kürt sorununun çözümü için önemli bir adım atıldı,” Metin Celal, “Yaşar Kemal ve Çözüm Süreci’…”, Cumhuriyet, 4 Mart 2015, dense de; böyle olmadı bu! [5] Diyarbakır’ın, Yaşar Kemal’in kaleminden tam tarifi ise şöyle “Bu akrepler payitahtı, gül şehridir, kahvehaneler şehridir.” Oral Çalışlar, “Yaşar Kemal’in Kaleminden Eski Diyarbakır”, Radikal, 9 Mart 2015… [6] Ahmet Cemal, “Yaşar Kemal Kültürü…”, Cumhuriyet, 2 Mart 2015, [7] Yaşar Kemal, Demirciler Çarşısı Cinayeti, Cem Yayınevi, 1973. [8] A. Hicri İzgören, “İnce Memed Yetim Kaldı”, Gündem, 5 Mart 2015, [9] Ragıp Zarakolu, “Veda Töreni”, Evrensel, 3 Mart 2015, [10] 1943’te Adana Halkevi tarafından basılan bu kitap, 1993’te Toros Yayınları tarafından yeniden su yüzüne çıkartıldı. Bu “gecikmiş” ikinci baskıya yazdığı önsözde, kitabın oluşum sürecini şöyle anlatıyor “Doğduğum köy olan Hemite köyünde şimdiki adı Gökçeadam ölülere ağıt yakılırdı. Bu gelenek çocukluğumdan bu yana sürüp geliyordu. Bir de Torosların ardından Çukurovaya Avşarlar iniyorlar, yazın pamukta, çeltikte, orakçılıkta çalışıyorlar, kışın da kışlıyor, kök söküyor, çift sürüyorlar, ark kazıyorlardı. Bu Avşarlarda da ağıt geleneği olduğu gibi sürüyordu. Onların ağıtlarını da bizim ovanın kızları, aşıkları öğreniyorlardı. … Ben ilk ağıt derlemelerini Hemite köyünde yaptım. … Sonra Torosları dolaşmaya başladım. Yaya, elimde kiraz ağacından bir değnek, köy köy dolaşıyor. … köylülerle yakın ilişkiler kuruyor, ondan sonra da kadınlardan ağıtlar derliyordum.” 1939’dan itibaren üç yıl boyunca dolaşmış Yaşar Kemal, Toroslar’da… Derlediği ağıtlardan biri, Karakız Hatun’dan alınan Kozanoğlu’, 1977 tarihli Zülfü Livaneli albümü Merhaba’da yer aldı. Yaşar Kemal, kitabında, ağıt hakkında şunları söylüyor “Bundan seksen sene evvel, Kozanoğlu Ahmet Paşa ve kardeşi Yusuf Ağa devlete isyan etmişlerdi. Bunların tenkiline Derviş Paşa memur edilmişti. Yapılan muharebede Yusuf Ağa asker tarafından süngülenmiş, Ahmet Paşa da esir düşmüştür. Bu ağıt, akraba kadınları tarafından Yusuf Ağa için yakılmıştır.” [11] Metin Boran, “Yaşar Kemal”, Evrensel, 3 Mart 2015, [12] Yaşar Kemal, “Bin Çiçekli Kültür Bahçesi”, Cumhuriyet Yaşar Kemal Eki, 1 Mart 2015, [13] Refik Durbaş, “Bir Tevazu Timsali”, Cumhuriyet Yaşar Kemal Eki, 1 Mart 2015, [14] Konur Ertop, “Çukurova’nın Destancısı”, Cumhuriyet Yaşar Kemal Eki, 1 Mart 2015, [15] Meltem Gürle, “Ozanın Ölümü”, Birgün, 2 Mart 2015, [16] Nedim Gürsel, “Yaşar Kemal ile Bir Tren Yolculuğu”, Cumhuriyet, 22 Mart 2015, [17] Mine G. Kırıkkanat, “Yaşar Kemal”, Cumhuriyet, 4 Mart 2015, [18] Işıl Özgentürk, “Yurdum Yetimsin Artık…”, Cumhuriyet, 3 Mart 2015, [19] “Türkiye, İnce Memed’in sinemaya aktarılmasını 1964 yılına kadar sansürledi. Aynı yıl 20th Century Fox aldı romanın film hakkını. Ama Türkiye, çekimlerin Türkiye’de yapılmasına izin vermedi. Amerikalılar, Süleyman Demirel’e bile başvurdu, sonuç alamadılar. Derken İnce Memed’in sinema haklarını Stanley Mann satın aldı. Onun senaryosu da sansüre takıldı. İnce Memed, Peter Ustinov tarafından satın alındı bu kez. Türkiye yine çekim izni vermeyince, Yugoslavya’da çekilmesine karar verildi. Film Türkiye’de gösterime girdiğinde, geliri Yaşar Kemal’e ödenecekti. Ancak Bakanlar Kurulu, çekilen filmin Türkiye’de gösterilmesini de yasakladı!” Mine G. Kırıkkanat, “Yaşar Kemal’in Londra Seferi”, Cumhuriyet, 15 Mart 2015, [20] Özge Kara, “Edebiyatımızın Onuruydu”, Milliyet, 2 Mart 2016, [21] “İsyan ve Umudun Yazarı”, Cumhuriyet, 2 Mart 2015, [22] A. Ömer Türkeş, “Yaşar Kemal ile Bir Çağ Kapandı”, Radikal Kitap, 6 Mart 2015... [23] O günlere bir anısı da öyledir “Yaşar Kemal’i ilk olarak 1971 tutuklamalarında tanıdım. Temmuz ayındaydık. Seçkin Cılızoğlu Selvi ile birlikte Sansaryan Han’ın en üst katında tutukluyduk, oradaki masaların üzerinde yatıp uyuyorduk. Bir gece ortalık karıştı, vurucu timler hazırlandı. Baskına gidiyorlardı. Geri geldiklerinde önce Azra Erhat’ı, sonra da Yaşar Kemal, Tilda Gökçeli, Vedat Günyol, Sabahattin Eyüboğlu ve Magdalena Ruffer’i getirdiler. Büyük’ operasyon tamamlanmıştı. Sonra bizi Sansaryan’dan Maltepe Cezaevi’ne gönderdiler. Yaşar Ağabey’i bırakmışlardı. Kadınlar koğuşunda Magdalena Ruffer, Azra Erhat ve Tilda Gökçeli ile birlikteydik. Sabahattin Eyüboğlu ise erkek tutuklularla beraberdi. Görüş günlerinde Yaşar Ağabey elleri kolları filelerle, sepetlerle dolu kapıya dayanır, Kızlar ben geldim’ diye moral dağıtırdı herkese. “Ayşe Emel Mesci, “Atlarına Binip Gitmesinler”, Cumhuriyet, 9 Mart 2015, [24] Oral Çalışlar, “Yaşar Abi’yle Vedalaşırken”, Radikal, 2 Mart 2015… [25] Doğan Kuban, “Yaşar Kemal En Büyük Cumhuriyetçi Yazardır”, Cumhuriyet Bilim Teknik, No1459, 6 Mart 2015, [26] Muzaffer Ayata, “Yaşar Kemal”, Gündem, 9 Mart 2015, [27] Hasan Bülent Kahraman, “Anadolu’ydu!”, Sabah, 2 Mart 2015, [28] Fatih Polat, “Yaşar Kemal ile Büyümek Bir Şanstı”, Evrensel, 2 Mart 2015, [29] Ragıp Zarakolu, “Veda Töreni”, Evrensel, 3 Mart 2015, [30] Yaşar Kemal, Bu Bir Çağrıdır, YKY, 2012. [31] “Binbir Çiçekle Uğurlandı”, Gündem, 3 Mart 2015, [32] Güray Öz, “Yaşar Kemal Öldü mü, Issız Acun Kaldı mı?”, Cumhuriyet, 2 Mart 2015, [33] Mine Söğüt, “Gözler Yaşlı, Sesler Yaslı”, Cumhuriyet, 3 Mart 2015, [34] İlhan Başgöz, “Yaşar Kemal’e Ağıt”, Cumhuriyet, 4 Mart 2015, [35] A. Cihan Soylu, “Anadolu-Mezopotamya’nın Dengbeji”, Evrensel, 5 Mart 2015, [36] Günter Grass, “Tüm İnsanların Yaşar Kemal’e Borcu Var”, Cumhuriyet, 3 Mart 2015, [37] “Yaşar Kemal’in Ölümü Dünya Basınında Özgürlüğün Gözü Pek Savunucusu’…”, Cumhuriyet, 2 Mart 2015, [38] Ahmet Tan, “… Anıt Adam’ın Ant Yazarı Olarak Portresi”, Cumhuriyet, 3 Mart 2015, [39] Işıl Özgentürk, “Bir Mucize Yaşar Kemal”, Cumhuriyet, 18 Aralık 2016, [40] Zeynep Oral, “Beethoven Yaşar Kemal Ortaklığı”, Cumhuriyet, 19 Kasım 2015, [41] Yaşar Kemal’in tükenmez bir yaşama sevinci vardır. Romanlarını, mümkünse bir ağaçlıkta, yürüyerek düşünürdü. Onu bir korulukta yürürken seyredenler mırıldanarak otlarla, böceklerle konuşup tartıştığını da sanabilirler Ayrıca belki de öyleydi, çevresindeki canlıların ondan ürktüğünü sanmıyorum Kendinden söz ederken de “Ben sevinçli adamım” der. “Bu dünya böyle olmasa, böyle kara, karanlık, olmasa, ben sevinçten taşar coşardım. Yaradılışım karanlıktan çok aydınlığa, acıdan çok sevince... Ne çare, ne çare ki sevinmek gelmiyor elimden ... Ben deli olurum, insanlar karanlık karanlık, kuşkulu baktıkça bana... Bütün insanlar kuşkusuz korkusuz, çıkar düşünmeden düşmanlık geçirmeden içlerinden baksalar birbirlerine... İnsan, ne olur biliyor musunuz, sıcacık bir bahar güneşinin bahtiyarlığında duyar kendisini... Bahar güneşinde bir sevinç içinde gerinir. İnsan bir bahar çiçeği temizliğinde olur.” Yaşar Kemal, Sevmek, Sevinmek, İyi Şeyler Üstüne-Seçme Yazılar, YKY, 2014. [42] Gazeteciler Cemiyeti’ndeki 14 Ocak 2005’deki konuşmasından Yaşar Kemal şöyle der “Türkiye’nin bütün felaketi bu belkemiksiz aydınlar yüzündendir!” Yaşar Kemal, Binbir Çiçekli Bahçe Yazılar-Konuşmalar, Hazırlayan Alpay Kabacalı, YKY., 2009. [43] Sevmek, Sevinmek, İyi Şeyler Üstüne adlı seçme yazılar kitabında bu toprakların kültürünü şöyle özetler “Anadolu Türk halkı bin yıldır Anadolu’dadır. Bin yıldır dedimse, bir tarih yanlışı yapmadığımı sanıyorum. Bin yıldan çok önceleri de Türkler, Orta Asya’dan Anadolu’ya Akdeniz kıyılarına, Mezopotamyaya gelmişlerdi. Göçler bir yılda, iki yılda olmamış, Orta Asyadan göçler yıllarca sürmüştür. Anadolu’ya gelinceye kadar bu göçerler, Hindistan’da, İran’da, Arabistan’da birçok devletler kurmuşlar, oraların insanlarıyla ilişkilerde bulunmuşlardır. En önemli ilişkileri de doğaldır ki, kültür ilişkileri olmuştur. Bir gün Anadolu halk kültürleri üstünde derinlemesine çalışmalar yapılacak olursa görürüz ki, yolda gelirken ne çok kültürü özümsemişiz, şaşkınlık içinde kalırız. Bir tek örnek vereceğim Alevî demelerinin deyişlerinin, şiirlerinin arkasında, Zerdüşt müziğini bulmaya ne dersiniz!” Yaşar Kemal, Sevmek, Sevinmek, İyi Şeyler Üstüne-Seçme Yazılar, YKY, 2014. [44] 4 Aralık 2008’de Cumhurbaşkanlığı Ödül Töreni’nde Yaşar Kemal, çok dillilik ve kültürlülüğe vurgu yaptığı konuşmasında şunları ifade etmişti “Benim maceralarım insanın gizemini vermek içindi. Düş gücüne gelince, bugün de sonsuz düşler kuruyorum. Düş gücünü yitiren insanın hiçbir umudu kalmaz. Umut, düş gücünün yarattığı ve insanoğlunun sahip olduğu en büyük değerlerden biridir. Her savaş, -adı ne olursa olsun- bir yıkım, bir ölümdür. İnsanlığımızı ve vicdanımızı çürütür. Hastalıklar, ölümler, çocuk ölümleri daha birçok acı... Bugün milyonlarca insan açlıktan, bakımsızlıktan ölüyor. İnsanların yoksulluğu devam edemeyecek böyle, ya insanlık yok olacak ya bu sistem devam edemeyecek. Ne halt ederlerse yapsınlar. Bugün için konuşmuyorum, bugün çok kötü şeyler yaşıyor insanlık bundan sonra kesinlikle yine yaşanacak. ... Bugün küreselleşme süreci hızla tek bir dünyaya doğru yönlendiriyor bizi. Küreselleşme rüzgârının önüne katılanlar her dili her kültürü yıpratıyor. Bugün dünyada ülkemizle savaşın getirdiği korkudan ve utançtan bezmiştir. Bugün dünya da ülkemiz de barışa susamıştır. Tekrar ediyorum, Türkiye en çok barışa susayan ülkelerden biridir. Küçük savaş’ diyorlar, savaşın küçüğü olmaz. Bir insanın bile bir insanı öldürmesi savaştır. Ne büyük mutluluktur ki dünyamız hâlâ onbinlerce çiçekli bir kültür bahçesidir. Her kültürün bir rengi bir kokusu vardır. Dünyamızın bir çiçeğinin koparılması dünyamızdan bir rengin bir kokunun yok olmasıdır. Bu insanlığı insanlıktan çıkartan bir durumdur. Her kültürlü bir dünyada insanlığın hâlini bir göz önüne getirelim. Tek çiçeğe kalmış, tek renge, tek konuya kalmış bir insanlık ve tek dile kalmış bir dünya hapı yutmuştur, cehennemden daha beterdir. Eşek gibi bugünkü dünyanın arkasından gitsinler. Rezil olacaklar, çocukları, torunları tarihler bunları rezil edecekler. Adam gibi durmasınlar öyle. Böyle olacağına doğal bir yoldan dünyayı düzeltmenin yolunu seçsek olmaz mı? Doğal yol, yalnız ve yalnız bir demokrasiden geçer. Demokrasi de değişkendir. İnsan hakları bildirildiğine göre birbirine durmadan haklar ekleniyor ve eklemeler bile şimdiden yetmiyor. Demokrasi gittikçe değişiyor, genişliyor. Demokrasilerde her şey gittikçe de saydamlaşacak, yeni anlamlar kazanacak. Anadolu’da yaşayan her halk kendi dilini kullanacak, kendi anadilinden eğitim görecek, kitaplar yazacak, filmler çekecek. Biz çok kültürlü toprak olduğumuzun farkına varacağız. Çıkarımızın yasakla değil özgürlükle olduğunun bilincine varacağız. Ben hiçbir zaman karamsar olmadım, beni okuyanlar da karamsar olmasınlar. Okuyucularıma çok söyledim bunu, benim kitaplarımı okuyanlar barışçı olsunlar yoksa zahmet etmesinler. Ben onun için yazıyorum, sevgi için, dostluk için, savaşa düşmanlık için yazıyorum. ... Her şey ölümlüdür. En büyük yazarların eserleri bile ölümlüdür. İnsanın içindeki vicdan ölümlü değildir, içindeki sevgi ölümlü değildir. Kötülük her zaman kötülüktür ve ölüme mahkûmdur. Sevgi her zaman sevgidir ve sonuna kadar yaşar, kıyamete kadar bile yaşayan sevgiler olur.” Yaşar Kemal, “Tekçiliğe Mahkûm Dünya Hapı Yutmuştur”, Gündem, 3 Mart 2015, [45] Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor-Alain Bosquet ile Görüşmeler, YKY, 2005 Makaleler, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Avrupa Postası'nın kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.
Bir cevap bulun veya sahip olduğunuz harflerden bir kelime oluşturun. Eksik olan her harf için bir nokta yazın. Örneğin, ".la.. arama sorgusu 'Olağanüstü' gibi sonuçlar üretir K ile başlayan kelimeler Hala doğru cevabı arıyorsanız, K ile kelimeler tam listesine bakın. 3 harfli Kaa Kab 4 harfli Kaag Kaan Kaat Kaba 5 harfli Kaama Kabak Kabal Kaban 6 harfli Kaaki Kabaka Kabala Kabale Kabana 7 harfli Kabaçe Kabahat Kabalak Kabalci 8 harfli Kaanthos Kabaddi Kabakçi Kabaklar Kabalık Kaballi 9 harfli Kababurun Kabaceviz Kabadayı Kabakulak Kabaladan Kaballama 10 harfli Kabahatli Kabalaşma Kabaleşka 11 harfli Kabakuşluk 12 harfli Kabakakasuka Kabalakesene 10 harfli kelimeler Hala Yaşar Kemal’In Bir Romanı cevabını bulmak için yardıma ihtiyacınız var mı? 10 harfli kelimeler Üfleyerek Ültimatom Ümitlenme Üretimevi Ürkütmek Üründül Üstelemek Üsteğmen Üstgeçit Üvercinka Üveyevlat Üzümleri Üçüncü Üşengeç Üşütmek Üşütük
Asıl adı Kemal Sadık Göğceli olan Yaşar Kemal, 1923 yılında Adana'nın Osmaniye ilçesine bağlı Hemite köyünde doğdu. Henüz ortaokul sıralarındayken halk yazınına duyduğu ilgi onu folklor derlemeleri yapmaya yöneltti. O dönemde şiirleri Adana Halkevi'nin yayını olan "Görüşler Dergisi"nde yayımlandı. Ortaokulun son sınıfındayken okulu bırakmak zorunda kalarak ırgatlık, amelebaşılık, pirinç tarlalarında su bekçiliği, arzuhalcilik, öğretmenlik, kütüphane memurluğu gibi işlerde çalıştı. Bu arada "Ülke", "Kovan", "Millet", "Beşpınar" dergilerinde şiirleri yılında İstanbul'a yerleşerek, Cumhuriyet Gazetesi' nde fıkra ile röportaj yazarlığı yapmaya başladı. "Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün" başlıklı röportajıyla Gazeteciler Cemiyeti Özel Başarı Armağanı'nı kazandı. O yıllarda öyküleriyle de ilgi çeken sanatçının 1952 yılında "Sarı Sıcak" adlı öykü kitabı yayımlandı. İlk romanı "İnce Memed" 1955 yılında çıktı. 1955-1984 yılları arasında öykü, roman, röportaj ile makalelerinden oluşan 33 kitabı Kemal, ilk romanı "İnce Memed" ile 1955 yılında Varlık Roman Armağanı' nı kazandı. 1974 yılında "Demirciler Çarşısı Cinayeti" adlı yapıtı, Madaralı Roman Ödülü' nü aldı. "Yer Demir Gök Bakır" Fransa'da 1977 yılında, Edebiyat Eleştirmenleri Sendikası tarafından yılın en iyi yabancı romanı seçildi. "Binboğalar Efsanesi" 1979 yaz dönemi için Büyük Edebiyat Jürisi tarafından seçilen kitaplar arasında yer aldı. 1982 yılında uluslararası Del Duca Ödülü' ne değer görülen Yaşar Kemal, 1984 yılında Fransa' nın Légion D'Honneur nişanını Torosları, Çukurova'yı, Çukurova insanının acı yaşamını, ezilişini, sömürülüşünü, kan davasını, ağalık ile toprak sorununu çarpıcı bir biçimde ortaya koyan yazarın eşsiz betimlemeleri yapıtlarının en önemli dilde yayımlanmış olan kitaplarıyla, dünya yazınında çok önemli bir yeri unutamadıNuran Çakmakçı/İstanbulHürriyet 11 Mayıs 2001Ünlü yazar Yaşar Kemal, 50 yıllık hayat arkadaşı Tilda'yı unutamadı. Kemal, Tilda'nın kaybı bana güç veriyor. Artık yazmaya başladım’’ dedi. Bahçeşehir Üniversitesi Nobel Adayları Araştırma Merkezi'nin açılışı nedeniyle bir konferans veren Kemal, eşi ve kendisiyle ilgili yazılan şiirin okunacağı anons edilince, gözyaşlarını tutamayarak, Tilda benim karım değil, kardeşim değil, anam değil’’ diyerek ağlamaya başladı. Konferans Salonu'nu dolduran öğrenci, öğretim üyeleri ve diğer konukların ayakta alkışları arasında hıçkırıklara boğulan Kemal, daha sonra, Bu kadar hissiyatlı davranıp ağladığım için özür dilerim. Ancak, 50 yıllık bir beraberlik yaşadım. O ölmeden önce, Biz her şeye katlanarak, namuslu yaşadık' dedim. O, Osmanlı Sarayı'ndan, ben köyden gelmiştik. Ancak, bir insan olduk’’ diye Gezmiş'ten Yaşar Kemal'ePortrelerOral ÇalışlarÇağdaş YayınlarıDeniz Gezmiş, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Yılmaz Güney, Mehmet Ali Aybar, Sabahattin Ali, Fikret Otyam, Panayot Abacı, Lefter ve... Bu kitapta onların öykülerini okuyacaksınız. Bütün bu portrelerin, bir dönemin güzel bir resini vereceğine inanıyoruz. Bazılarını yakından tanıdınız, bazılarının adını ise hiç duymadınız. Onlar bizi bize anlatıyor. Bir dönemin tanıklığını da içeren bu portreleri beğeneceğinizi MEMED TARTIŞMASI...- TARİH ARAŞTIRMACISI CEZMİ YURTSEVER'İN "ÇUKUROVALI" KİTABI YAYINLANDI- YAŞAR KEMAL, İNCE MEMED'İN HAYALİ KAHRAMAN OLDUĞUNU, YURTSEVER İSE YAŞADIĞINI, HATTA YAŞAR KEMAL'İN BİR AKRABASI TARAFINDAN YAPILAN İHBAR SONUCU ÖLDÜRÜLDÜĞÜNÜ SAVUNUYOR- CEZMİ YURTSEVER "ÇUKUROVALI KİTABI, YAŞAR KEMAL'İN SIRLARINI AÇIĞA VURUYOR"ADNAN KULAKADANA İHA - Adanalı Tarih Araştırmacısı Cezmi Yurtsever ile Adanalı ünlü romancı Yaşar Kemal arasındaki "İnce Memed" tartışması giderek büyüyor. Yaşar Kemal, roman kahramanı İnce Memed'in yaşamadığını, hayal ürünü olduğunu savunurken, Tarihçi Cezmi Yurtsever ise edindiği bilgi, belge ve görgü tanıklarının ifadelerine dayanarak hazırladığı ve yayınladığı kitabında İnce Memed'in Çukurova'da yaşadığını, hatta Yaşar Kemal'in bir akrabasının ihbarı sonucu yakalanarak öldürüldüğünü MEMED GERÇEK Mİ HAYALİ Mİ?Tarihçi Cezmi Yurtsever, yaptığı araştırmaları, bilgi ve belgeleri derleyerek "Çukurovalı" adıyla bir kitapta topladı. Kitap yayınlanmadan kısa süre önce ulusal bir dergiye röportaj veren Cezmi Yurtsever'in açıklamalarına kızan Yaşar Kemal, "Cezmi Yurtsever bir yalancı ve iftiracıdır. Kendisini mahkemeye vereceğim" şeklinde açıklamada bulundu. Cezmi Yurtsever ile Yaşar Kemal arasında alevlenen ve son günlerde iyice doruğa çıkan İnce Memed tartışmaları, Yurtsever'in kitabı Çukurovalı'nınyayınlanması ile yeni bir boyut kazandı. Kitabında, Kadirli ve Kozan yöresinde Cumhuriyet'in ilanından sonra yaşanan ağalar ve eşkıyalar çatışmasının tarihi boyutlarını ele alan Yurtsever'in bulduğu ve yazıya aktardığı bilgiler, Yaşar Kemal'in hayali olduğunu ileri sürdüğü görüşlerle taban tabana zıt düşünceler Kemal ve Cezmi Yurtsever, Kadirli'de doğmuş, yörenin sosyal olaylarının içinde bulunmuş, bilgileri derlemiş, yazıya aktarmış ve görüşlerini kamuoyuna sunmuş iki insan olarak biliniyor. Yaşar Kemal'in dünyaca tanınan ve Nobel'e aday gösterilen İnce Memed adlı kitabının tarihi ve sosyal yönlerini çözümleyen Yurtsever'in kitabında yer alan bilgiler, her iki yazar arasındaki fikir çatışmasının artarak süreceğini GEÇMİŞİYaşar Kemal, romanında, Çukurova'da yaşanan ağalar ve eşkıyalar kavgasında İnce Memed adındaki eşkıyayı destan kahramanı olarak göstermiş, olayları bu çerçevede ele almıştı. Yurtsever ise Kadirli'de yaşanan ağalar ve eşkıyalar kavgasını yaşayan görgü tanıkları, tarihi belgeler ve olaylar esnasında fotoğraf çeken esrarengiz bir kişinin belgelerine ulaşarak, Yaşar Kemal'i kızdıran tartışmaları alevlendiren açıklamalarda bulunmuştu. Yurtsever, Yaşar Kemal'in aşiretinden Kürt Alo'nun muhbirliği sonucu İnce Memed'in Torosların Tuvaras yaylasında öldürüldüğü, mezarının Dikirli Köyü'nde olduğu, İnce Memed'in arkadaşı 31 eşkıyanın af vaadiyle Adana'ya getirilirken henüz bilinmeyen bir nedenle Kozan yakınlarında Tırmılhöyük'te kurşuna dizildiklerini açıklamış, kitabın kapağına koyduğu fotoğrafı da kanıt olarak sunmuştu. Yurtsever'e göre, Çukurovalı kitabı, Yaşar Kemal'in sırlarını kitabında İnce Memed olayının içyüzünün yanı sıra, Sabancı suikastı, Ermeni Davası, Devlet Bahçeli'nin kökenleri, Atatürk'ün gerçek doğum tarihi gibi güncel ve tarihi olaylara da yer - - - - - - -Farklı bir kaynaktan derlenen biyografisiAsıl adı Kemal Sadık Göğceli olan Yaşar Kemal, 1923 yılında Adana'nın Osmaniye İlçesi'ne bağlı Hemite Köyü'nde doğdu. Henüz ortaokul sıralarındayken halk yazınına duyduğu ilgi, onu folklor derlemeleri yapmaya yöneltti. O dönemde şiirleri, Adana Halkevi'nin yayını olan "Görüşler Dergisi" nde yayımlandı. Ortaokulun son sınıfındayken okulu bırakmak zorunda kalarak; ırgatlık, amelebaşılık, pirinç tarlalarında su bekçiliği, arzuhalcilik, öğretmenlik, kütüphane memurluğu gibi işlerde çalıştı. Bu arada Ülke, Kovan, Millet, Beşpınar Dergilerinde, şiirleri görüldü. 1951 yılında İstanbul'a yerleşerek, Cumhuriyet Gazetesi'nde fıkra ile röportaj yazarlığı yapmaya başladı. "Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün" başlıklı röportajıyla, Gazeteciler Cemiyeti Özel Başarı Armağanı'nı yıllarda öyküleriyle de ilgi çeken sanatçının, 1952 yılında "Sarı Sıcak" adlı öykü kitabı yayımlandı. İlk romanı "İnce Memed" 1955 yılında çıktı. 1955-1984 yılları arasında öykü, roman, röportaj ile makalelerinden oluşan 33 kitabı yayımlandı. Yaşar Kemal, ilk romanı "İnce Memed" ile 1955 yılında Varlık Roman Armağanı'nı kazandı. 1974 yılında "Demirciler Çarşısı Cinayeti" adlı yapıtı, Madaralı Roman Ödülü'nü aldı. "Yer Demir Gök Bakır" Fransa'da 1977 yılında, Edebiyat Eleştirmenleri Sendikası tarafından yılın en iyi yabancı romanı seçildi. "Binboğalar Efsanesi", 1979 yaz dönemi için Büyük Edebiyat Jürisi tarafından seçilen kitaplar arasında yer yılında uluslararası Del Duca Ödülü'ne layık görülen Yaşar Kemal, 1984 yılında Fransa' nın Légion D'Honneur Nişanı'nı aldı. Yapıtlarında; Torosları, Çukurova'yı, Çukurova insanının acı yaşamını, ezilişini, sömürülüşünü, kan davasını, ağalık ile toprak sorununu,çarpıcı bir biçimde ortaya koyan yazarın eşsiz betimlemeleri, eserlerinin en önemli özelliğidir. 29 dilde yayımlanmış olan kitaplarıyla, dünya yazınında çok önemli bir yeri vardır.
Alman araştırmacı Ulla Johansen’in 1957’de Yörüklerin arasında yedi ay yaşayarak kaleme aldığı araştırma kitabının 2004 önsözünü dünyaca ünlü romancı Yaşar Kemal yazdı. Ne var ki Kültür Bakanlığı bürokratları, “Alevi Kürt” diye bir etnisitenin olmasının imkânsızlığını “bilimsel metotlarla” Yaşar Kemal’e anlattılar ve önsözün çıkartılmasını istediler. Yaşar Kemal ikna olmadı ama sonuçta bürokratlar kazandı, kitap önsözsüz basıldı. İşin ilginç bir yanı da şu Yaşar Kemal gibi uluslararası üne sahip bir yazarın önsözüne uygulanan sansür o dönemde basında hiç tartışılmamış. Konuyu Yaşar Kemal de gündeme hiç getirmemiş. Taner Talaş’ın Serbestiyet’teki yazısı Alman araştırmacı Ulla Johansen d. 1926, 1957 yılında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık bursuyla, Toroslarda yaşam süren Yörükleri konu alan bir araştırma yapmak ister. Şansı yaver gider. Çünkü o dönemde, aynı bölgede Prof. Halet Çambel Karatepe kazılarına başlamıştır. Bölgenin sadece kazılarıyla değil her türlü kültürel meselesi ile ilgilenen hassasiyet sahibi bir bilim insanı olan Çambel’in de yardımıyla Ulla Hanım zor da olsa amacına ulaşır. Ulla Hanım, Adana hudutları içindeki Saimbeyli ilçesine bağlı Beypınar köyüne gelerek çalışmalarını başlatır. Alman araştırmacı başlangıçta yadırganır ve dışlanır. Tam bu aşamada yöre insanıyla iyi ilişkileri olan Halet Hanım devreye girerek halkın Ulla Hanıma yardımcı olmasını sağlar. Araştırmacının, bir Yörük ailesinin yaşamına yedi ay boyunca 24 saat ortak olduğu bir araştırmadan bahsediyorum. Bugün dahi yönetilmesi çok zor bir süreç. Çok farklı bir kültürden gelip, Toros dağlarının zirvesinde, modern hiçbir imkânın bulunmadığı, çok farklı bir inanç ve kültürün egemen olduğu, en zaruri gereksinimlerin dahi ilkel şartlarda karşılandığı bir yaşama katılmaktan söz ediyoruz. Hayvancılığı merkeze alan bir yaşam, konar göçer bir kültür, Ramazan orucu, dinsel ritüeller, giyim kuşam farkları… Onlarca engelin, olmazın hiçbiri Alman araştırmacı Ulla Johansen’i Yörükleri anlama azminden vazgeçirememiş. Halet Çambel’in Beypınar köyü sakinlerinden İsa Ese Ağa’ya emanet ettiği Ulla Hanımın Yörük ailesinin evinde sürdürdüğü yedi aylık ikametinin tüm safhalarını burada yazmak, bu makalenin hacmini aşar. Ama yine de küçük bir anekdot vereyim Ese Ağa 1971 yılında vefat eder. Ulla Hanım haberi duyar duymaz Almanya’dan yola çıkıp Yörük obasına gelir, ahbabına vefa gösterir. Ese Ağa için Kur’an okutur, yöre inancının tüm gereklerini yerine getirerek taziyede bulunur. Bu ilham verici hikâye, geçtiğimiz yıl “Yörük Obasında Bir Alman Kızı Ulla” HS Yayıncılık isimli kitapla ölümsüzleştirildi. Kitabın yazarı, o dönemin 9 yaşındaki -oba lakabıyla- Koçaş’ı; yani sırasıyla ilkokul öğretmenliği, vali yardımcılığı ve nihayet 23, 24 ve 25. dönem AK Parti Adana milletvekilliği yapan Ali Küçükaydın. 280 sayfalık kitapta, Ulla Hanımın 1957 yılında Yörüklerin yaşam biçimini araştırmak için geldiği Beypınar köyünde 7 ay boyunca yaşadıklarının yanı sıra, vefat ettiği 2020 yılına kadar bölge halkı ile olan dostluk ilişkisi tüm detaylarıyla anlatılıyor. Ne var ki bize mahsus nakısalar, insani dokusu yüksek bu hümanist hikâyeye de maalesef dâhil oluyor ve beni bu makaleyi yazmaya iten, yürek burkucu bir kitap basım hikâyesi başlıyor. Ulla Johansen’in çalışmasının akıbeti Ulla Johansen’in Yörüklere ilgisi Almanya’ya dönüşünden sonra da devam eder. Douglas White ile birlikte “Network Analysis and Etnographic Problems” isimli bilimsel çalışmasını İngilizce yayımlar. Ancak Türkiye’den araştırmanın Türkçe basımıyla alakalı ses seda çıkmaz. Ta ki 1999 yılına kadar. İlkokul öğretmenliği yaparken Ankara Üniversitesi Siyasal bilgiler Fakültesi Siyaset ve İdare bölümünü bitirip önce kaymakam, ardından Gaziantep vali yardımcısı olan Ali Küçükaydın Koçaş, eserin basımı için Kültür Bakanlığı nezdinde girişimlere başlar. Ancak ödenek yokluğu ve benzeri gerekçelerle Ulla Johansen’in çalışması basılmaz. 2002 Kasımı Ali Küçükaydın daha evvel DYP saflarında başladığı siyasi hayatına yeni kurulan AK Parti’de devam etmek istemiş, milletvekili adaylığını açıklamış, Adana listesinde 8. sırada yer bulmuş, seçilmesi imkânsız görülürken, DYP, ANAP ve MHP’nin seçim barajının altında kalmasından dolayı AK Parti Adana’dan tam 8 milletvekili çıkarmış ve Ali Küçükaydın iktidar partisinden Adana milletvekili olmuştur. Şartlar oluşmuş, AK Parti tek başına iktidar olmuş, Ali Küçükaydın Ulla Hanımla birlikte Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun makamının yolunu tutmuştur. Takvim yaprakları 2004 yılını gösterirken Bakan Mumcu, Ulla Johansen’in çalışmasına ilgi göstermiş, eserin basımına karar vermiştir. Bu arada eserin önsözünü dünyaca ünlü Çukurovalı yazar Yaşar Kemal’in yazması düşüncesi doğmuş, Yaşar Kemal ezbere bildiği bir konunun önsözünü yazmayı kabul etmiş, Ulla Hanım gelişmeler karşısında duyduğu memnuniyetle bakanlıktan ayrılmıştır. Mumcu istifa ediyor Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun hem bakanlıktan hem de AK Parti’den istifası Johansen’in kitabının basımını bir müddet ertelese de bakanlık basım sürecini sürdürür. Mumcu’nun yerine, kamuoyunda tarzı ve tavırlarıyla hayli tartışmalı bir siyasetçi olan Atilla Koç atanır. Yeni bir kriz daha… Yaşar Kemal’in önsözü “50 yıl önce Türkiye’de Yörüklerin Yayla Hayatı“ adını taşıyan kitap artık basıma hazırdır. Kitabın önsözünü, taparcasına sevdiği bölgeyi merkeze alan ve hepsi de birçok dünya diline çevrilen onlarca eser kaleme almış olan Yaşar Kemal yazmıştır. Yazmıştır yazmasına da, iki sayfalık önsözde iki kelime bakanlığı rahatsız etmiştir. “Alevi Kürtler…” Toplam iki kelime… Konunun tam anlaşılması için, Yaşar Kemal’in anlatımını içeren paragrafın tamamını buraya alıyorum “İlk Kahveyi Kerimoğlu’yla birlikte o görkemli çadırda içtim. Kerimoğlu her halde beni babamın yerine koymuştu. O gün bugündür de o kahvenin tadını kokusunu hiçbir kahvede bulamadım. Sonradan Yörüklerde de, Türkmenlerde de, Torosların Alevi Kürtlerinde de dibek kahvesi içtim. O tadı hiçbir kahvede bulamadım. Ya da çocukluk kahvesinin tadı kokusu…” Krize neden olan paragraf değil, cümle de değil, iki kelime; Alevi Kürtler. Kültür Bakanlığı “Alevi Kürtler” ibaresi geçen bir önsöze izin vermeyeceğini, ibarenin önsözden çıkartılması gerektiğini taraflara şifahen tebliğ eder. Yaşar Kemal bu müdahaleye sert tepki gösterir. Sansür olarak değerlendirir ve talebi reddeder. Değişik devlet kurumları ve tarihçiler devreye girer. “Alevi Kürt” diye bir etnisitenin olmasının imkânsızlığı “bilimsel metotlarla” Yaşar Kemal’e anlatılır, ancak Yaşar Kemal ikna olmaz. Toros dağlarının ozanı olarak, yöreyi Ankara tarihçilerinden daha iyi bildiğini söyler, teklifi reddeder. Bu arada Ulla Johansen büyük bir üzüntüye gark olur. Eserinin Yaşar Kemal’in önsözüyle basılmasını ister. Sonuçta Ankara kazanır, eser Kültür Bakanlığınca Yaşar Kemal’in önsözü olmaksızın basılır. Tüm bu detayları, dönemin tanığı ve kitabın basılmasını hararetle isteyen ve takip eden Ali Küçükaydın’ın kitabından öğreniyoruz. AK Parti’nin bugünkü kudretinden hayli uzak ama tek başına iktidar olduğu bir dönemden bahsediyoruz. Kabahati bakanlık bürokrasisine yıkabilir miyiz? 2010 yılına gidelim. Ulla Johansen’in kitabını bu defa Adana’nın en büyük taşra ilçesi olan Kozan Belediyesi basar. Başkan AK Partili, milli görüş kökenli bir isim. Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun Sivas belediye başkanı olduğu dönemde yardımcılığını yapmış bir kişi olan Kazım Özgan, 2019 yerel seçimlerine Saadet Partisi’nden katılır ve kazanır. Özgan, halen Kozan belediye başkanlığını sürdürüyor. Konudan haberdar olup olmadığını bilmiyorum ama Kazım Özgan’ın başkanlığını yaptığı Kozan Belediyesi’nin 2010 yılında bastığı kitapta da Yaşar Kemal’in önsözü yok. Netameli’ iki kelimeyi bir araya getiren hem Alevi hem Kürt kavramın taşıdığı huzursuzluk hali mi, yoksa resmi tarihte mündemiç “Alevi Kürtlerin” dönme Ermeniler olduğu tezi mi etkili olmuştur bu direnişte, bilinmez, ama geç gelen bir mutluluk maalesef nihayete erememiştir. Tabii milliyetçi, muhafazakâr, ulusalcı tarih okuma biçiminin ezeli kardeşliği de ayrı bir bahis konusudur. Özellikle konu Aleviler, Kürtler olunca… İşin ilginç yanlarından biri de şu Yaşar Kemal gibi uluslararası üne sahip bir yazarın önsözüne uygulanan sansür o dönemde basında hiç tartışılmamış. Konuyu Yaşar Kemal de gündeme hiç getirmemiş. Basılmayan önsöz, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan, Yaşar Kemal’in farklı zamanlarda yaptığı konuşmaların derlendiği “Bin Bir Çiçekli Bahçe” isimli kitapta yer almış, ancak bağlamına dair herhangi bir şerh düşülmemiş. Hikâyenin iki kahramanı da şu anda yaşamıyor. Ortaya bir yayıncı çıkar, yarım kalan hikâyeyi tamamlar mı bilmiyorum. Bu vesile ile, Çukurova’nın sakıncalı ozanı Yaşar Kemal’in “sakıncalı” önsözünü de okurların dikkatine sunalım… Krize neden olan sakıncalı önsöz Ulla Johansen’in bu kitaptaki gözlemleri olağanüstüdür. Profesör Ulla Johansen bilim insanı gözlemciliğini sevgiyle saygıyla yoğurmayı bilmiş, genç bir asistanken altı ay boyunca yaşamlarını paylaştığı Yörüklerle kırk yıla yakın bir süre sonra yeniden buluşmuş, göçlerine katılmış. Böylece biten bir yaşamın, kültürün sonlarına yetişebilmiş ya, bize de yitip giden bir yaşam biçimini, bir kültürü armağan ediyor. “Yörüklerin son yıllarında onlarla birlikte ben de yaşadım. Bu dediğim Ulla Johansen’in gözlemlediği dönemin epey öncesi. Biz Çukurovalılar, kışlıkları Çukurova olduğu için Yörüklerle iç içeydik. Bir Yörük obasının başı Kerimoğlu babamın dostuydu. Babam öldükten sonra bile Kerimoğlu’yla dostluğumuz sürdü. “Yörükler yayla dönüşü bizim köyün alt başındaki geniş meraya konarlar, burada bir hafta on gün kalırlardı. Kerimoğlu düzlüğe her indiklerinde, çadırlar kurulur kurulmaz türlü hediyelerle bize gelirdi. Bir yayla dönüşünde anamla birlikte Kerimoğlu çadırına gittik. İlk kahveyi Kerimoğlu’yla birlikte o görkemli çadırda içtim. Kerimoğlu herhalde beni babamın yerine koymuştu. O gün bugündür de o kahvenin tadını kokusunu hiçbir kahvede bulamadım. Sonradan Yörüklerde de, Türkmenlerde de, Torosların Alevi Kürtlerinde de dibek kahvesi içtim ya o tadı hiçbir kahvede bulamadım. Ya da çocukluk kahvesinin tadı, kokusu… “Gördüğüm kahve dibekleri kırmızı bir ağaçtandı ve çok güzel işlenmişti, pırıl pırıldı. Tunç dibekleri ben sonradan gördüm. Konuklara ikram etmek de törenin içindeydi. Ulla Johansen kahvelerden, dibeklerden söz etmiyor. Yoksa elliler Yörüklerin tükeniş, yoksulluk yılları mıydı? İğneden ipliğe kadar Yörüklerin bütün yaşantılarını yazan Ulla Johansen, Yörüklere bir hal olmasaydı kilimleri, ala çuvalları, heybeleri, cicimleri, halıları, bütün kahvesini de yazardı. “Kilimlerde, halılarda gördüğümüz solmayan, eskidikçe de parlayan boyaların hangi otlardan, hangi ağaç, hangi çalı köklerinden, kabuklardan çıkarıldıkları unutulmuştu. Kökboyaların hangi köklerden, kabuklardan çıkarıldıklarını Profesör Ulla’dan öğreniyoruz. Kök boyalar üstüne yazılmış kitaplar da var ya daha niceleri de olsa ne iyi olur. “Kökboyaları kullananlar Türkmen, Kürt kilim ve halı dokuyucuları, bir de Yörüklerdir. “Yörükler bir Türkmen kolu mu ya da ayrı bir kabile mi? Birçok araştırmacıya göre bunlar Türkmen’dir. Türkmen olsalar da olmasalar da yerleşmeye bütün olumsuzluklara karşın direniyorlar. 1986’nın Mayıs ayında dağlara doğru Savrun çayının gözesine gidiyordum, yolda bir ormanın ucunda bir Yörük obasıyla karşılaştım. Sürüleri arkada, kamyonları öndeydi. Kamyonlar ağzına kadar doluydu kadın erkekli. Erkeklerin elinde de birer kirmen, eğiriyorlardı. Çukurova’da bu konargöçerlere Türkmen, Avşar ya da göçer demezler. Aydınlı derlerdi. Türkmenler, Avşarlar 1865-1870 yıllarında Kozanoğlu başkaldırısının yenilgisinden sonra Çukurova’ya yerleşmişlerdi. Kimileri onlar Aydın’dan Çukurova’ya göç etmiş Aydınlı aşiretindendir diyorlardı. Bir kısmı da Alevi’ydi ya, onlar da Alevi törelerinden, geleneklerinden hemen hemen bir şey kalmamıştı. Obaların çoğu Sünnileşmişti. Arabayı kullanan arkadaşıma “Bunlarla nasıl konuşurum?” dedim. “Oba ileriye konmuştur” dedi. Biraz ilerleyince ormanın kıyısında halka oluşturmuş çadırlar gördük. Orada durduk. Çadırların birinden bir adam çıktı, başka bir çadırdan da bir yaşlı. Her çadırın önünde bir traktör duruyordu. Traktörün yanında da, saydım, beş akümülatör bağlanmıştı. Genç adamın adı Halil’di ve okuryazardı. “Bu kadar akümülatöre ne gerek var?” diye sordum. “Televizyon için” dedi. Halil şaşkınlığımı görünce de çadırın kapısını gösterdi, “Buyur içeri” dedi. Halil bizi kahve içmeye davet etti. İçtiğim kahve o kahve değildi. Ona öteki obaları sordum. Hangi obanın nerelerde kışladıklarını, nerede yayladıklarını biliyordu. Birçok oba da yerleşmiş, imi timi yitmişti. Ona Horzumluları sordum. Çukurova’da çıkıyorlardı. Deveyle yaylaya çıkanlar kalmamıştı. “Biz de” dedi Halil, “son demlerimizi yaşıyoruz. Birkaç yıl sonra konargöçer diye kimse kalmayacak.” Profesör Ulla Johansen’in saptadığı evlenmeler de ilginç. Onların evlenmeleri Türkmenlerin evlenme törenlerine benziyor. Örneğin bir kardeş ölünce, dul karısının kardeşiyle evlendirilmesi Türkmenlerde, Kürtlerde de var. Profesör Ulla, Yörüklerin düğünlerinden pek öyle söz etmiyor. Eskiden onların düğün törenleri de tıpkı Türkmenlerin düğün törenleri gibiydi. Üç beş gün, bir hafta onların da düğünleri olurdu. Onlar da düğünlerini çoğunlukla sonbaharda yapardı. Yörükler yok olurken önce gelenekleri, görenekleri yok oldu. Ulla Johansen bu yaşam biçimini yok olmadan önceki haliyle aktarmakla çok değerli bir iş yapıyor ya, çok önemli olan da bir kadın olarak gelenekleri sürdüren Yörük kadınların dünyasını yakından gözlemlemiş olması… Gençliğimde folklor çalışmaları yaparken, önce Yörüklere gittim. Onlardan çok türkü, çok masallar, çok destan derleyecektim. Çünkü onlar kendi dünyalarında yaşıyorlardı. İlişkileri yalnız Türkmenlerleydi. Bir yaz Torosları yayla yayla dolaştım, hemen hemen bir şey bulamadım. Ne bir ağıt, ne bir türkü. Bir bilmece bile yazamadım. Bunlardan sonra da kuytularda kalmış birkaç Türkmen köyüne gittim, onlarda da bir şeyler bulamadım. Güvendiğim dağlara kar yağmıştı. Salt üç tane çocuk tekerlemesi aldım yaşlı bir adamdan. Aydınlılar bir azınlıktı Çukurova’da. Türkmenler bir çoğunluktu. Halep Türkmenleri, Çukurova Türkmenleri, söylendiğine göre bir milyondan çok nüfusa sahipti. Büyük şairler, büyük destancılar yetişmişlerdi. Aydınlılar gittikçe azalmışlardı. Onlar azaldıkça da kültürlerinden geleneklerinden uzaklaşmışlardı. Tam tükendiklerinde, onlar için Çukurova’da kışlak, Toroslarda yaylak kalmamıştı. Bugün Çukurova’da köyleri var ama kültürleri yok. Onları da televizyonlar besliyor. Profesör Ulla Johansen’in armağan ettiği yitip giden bir yaşam biçiminin, bir kültürün izlerinden öte genç araştırmacılara örnek olması gereken bir titizlik, duyarlılık, inat ve sebat. Bugünün genç araştırmacıları da büyük kültürel zenginliklerimiz hepten yok olmadan aynı yoldan gitseler…
yaşar kemal in çukurovalı kahraman